Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen 17. BRICS Liderler Zirvesi, yalnızca katılımcı ülkeler açısından değil, dünya ekonomisinin nereye evrildiğini anlamak için de kritik bir dönüm noktası oldu. Zirvede konuşan Rusya Maliye Bakanı Anton Siluanov’un açıkladığı verilere göre, BRICS ülkelerinin toplam finansal varlıklarının hacmi 60 trilyon doları aşarak küresel toplamın yarısından fazlasına ulaştı. Yani, artık dünya finansal sisteminin yarısından fazlası Batı merkezli değil; gelişmekte olan bu büyük blok tarafından temsil ediliyor.
Siluanov’un sözleri bununla da sınırlı değil: BRICS ülkeleri dünya nüfusunun yaklaşık %70’ini oluşturuyor ve küresel GSYİH’nin de %60’ına yakını bu ülkelerde üretiliyor. Bu tablo, BRICS’in artık “alternatif bir blok” olmanın ötesine geçip, küresel ekonominin merkezlerinden biri haline geldiğini gösteriyor.
2000’li yılların başında yalnızca Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan ve sonradan Güney Afrika’yı da katan BRICS, zamanla yalnızca ekonomik değil, siyasi bir ağırlık merkezi olmaya başladı. Özellikle 2020’lerden itibaren hızlanan genişleme dalgasıyla Mısır, Etiyopya, Endonezya, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri de bu yapı içinde kendine yer buldu.
Bu yeni katılımlar, BRICS’in jeopolitik etkisini de güçlendiriyor. Çünkü yeni üyeler, yalnızca ekonomik potansiyeli değil; stratejik enerji yolları, tarım ve doğal kaynak zenginlikleriyle de dikkat çekiyor. Örneğin, İran ve BAE, enerji denkleminde; Mısır ve Etiyopya ise Afrika’nın yükselen pazarları ve önemli geçiş yolları açısından kritik önemde.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in uluslararası ekonomik iş birliğinden sorumlu özel temsilcisi Kiril Dmitriyev’in açıkladığı üzere, BRICS ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 1 trilyon dolara ulaştı. Bu da yalnızca küresel düzeyde değil, BRICS’in kendi içinde de daha entegre ve bağımsız bir ekonomik alan yaratma çabasının hız kazandığını gösteriyor.
ABD’nin tepkisi: Trump’ın vergi resti ne anlama geliyor?
BRICS’in artan ekonomik ve siyasi etkisi, kuşkusuz başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerde rahatsızlık yaratıyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın, BRICS ittifakını destekleyen ülkelere %10 ek gümrük vergisi tehdidi, bu rahatsızlığın açık bir göstergesi.
Trump’ın sözleri, yalnızca BRICS üyelerini değil; BRICS ile ticaret ve yatırım ilişkilerini artırmak isteyen pek çok ülkeyi de hedef alıyor. Bu tutum, aslında küresel ekonomide “bloklar arası rekabet” dönemine girildiğinin habercisi. Artık ülkeler yalnızca ekonomik değil; siyasi ve jeopolitik tercihlerine göre de ticaret ve yatırım baskılarına maruz kalabiliyor.
Türkiye’nin konumu ve potansiyel senaryolar
Türkiye BRICS üyesi değil; ancak gelişmekte olan büyük ekonomilerle ilişkilerini her geçen yıl güçlendirmeye çalışan bir ülke. Türkiye’nin BRICS ile daha yakın iş birliği geliştirmesi; Asya, Afrika ve Orta Doğu pazarlarına erişimde yeni kapılar açabilir, enerji arz güvenliği ve yatırımlar açısından yeni fırsatlar sunabilir.
Özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile BRICS arasında kurduğu stratejik bağlar, Türkiye’nin de transit ülke olarak önemini artırıyor. Bu, Türkiye’nin hem lojistik hem de enerji koridoru olarak daha da öne çıkabileceği anlamına geliyor.
Ancak ABD’nin BRICS karşıtı politikaları ve olası yaptırımları, Türkiye gibi hem Batı ile derin ekonomik bağları bulunan hem de Doğu ile ilişkilerini geliştirmek isteyen ülkeler için dikkatli bir denge politikasını zorunlu kılıyor. Türkiye’nin küresel finans sistemiyle entegrasyonu, NATO üyeliği ve AB ile gümrük birliği gibi bağları, karar alırken daha karmaşık bir denklemle karşı karşıya kalmasına neden oluyor.
Küresel düzeyde bakınca: Ekonomik güçte çok kutupluluk
Tüm bu gelişmeler, dünya ekonomisinin artık tek kutuplu bir Batı ekseninden çok kutuplu bir yapıya kaydığını gösteriyor. Batı merkezli finans ve ticaret kurumlarının karşısına, BRICS gibi büyük bir blok kendi alternatiflerini koyuyor; rezerv para olarak doların tekeli tartışılıyor, kendi ödeme sistemlerini geliştirme çabaları hız kazanıyor.
Özetle; BRICS’in finansal varlıklarının 60 trilyon doları aşması, sadece bir rakamdan ibaret değil. Küresel ekonomik ve siyasi sistemin geleceğini etkileyecek derin bir dönüşümün de işareti. Türkiye gibi dış ticarete açık ve stratejik konumda olan ülkeler için bu dönüşüm, büyük fırsatlar kadar, dikkatli yönetilmezse ciddi riskler de taşıyor.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com