10.Ekonomi ve Lojistik Zirvesi kapsamında düzenlenen “AB Taşımacılık Politikaları ve Türkiye” başlıklı oturumda UND İcra Kurulu Başkanı Alper Özel moderatör, DIŞYÖNDER Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hakan Çınar, Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı , AB Uzmanı Senel Günel Susuz, CEVA Lojistik Türkiye Kontrat Lojistiği Başkan Yardımcısı Hakan Çetin ve Evolog Genel Müdürü Halil Özendi panelist olarak yer aldı.
10.Ekonomi ve Lojistik Zirvesi kapsamında düzenlenen “AB Taşımacılık Politikaları ve Türkiye” başlıklı oturumda UND İcra Kurulu Başkanı Alper Özel moderatör, DIŞYÖNDER Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hakan Çınar, Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı , AB Uzmanı Senel Günel Susuz, CEVA Lojistik Türkiye Kontrat Lojistiği Başkan Yardımcısı Hakan Çetin ve Evolog Genel Müdürü Halil Özendi panelist olarak yer aldı.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ticari ilişkilerinin ulaştırma ve lojistik sektörüne yansımalarının ele alındığı panelde konuşan Dışişleri Bakanlığı AB Başkanlığı , AB Uzmanı Senel Günel Susuz , Türkiye’nin AB mevzuatına uyum sürecinin yalnızca bir teknik zorunluluk değil, aynı zamanda stratejik bir tercih olduğunu vurguladı.
Susuz şu sözlerle devam etti:
“AB mevzuatına uyum neden önemli diye çokça soruluyor. Çünkü ihracatımızın yaklaşık yarısı Avrupa Birliği ülkelerine gerçekleşiyor. Karayolu taşımacılığı da en yoğun bu bölgeye yapılıyor. Dolayısıyla Avrupa’nın teknik düzenlemeleri, çevre standartları, dijital sistemleri bizler için kritik önemde.”
Susuz, küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bu dönemde AB’nin ekonomik gücünü koruduğunu ve ticarette hâlâ güçlü bir norm koyucu olduğunu ifade etti:
“AB artık küresel düzeyde ‘benimle ticaret yapmak isteyen, benim koyduğum kurallara uymalı’ anlayışıyla hareket ediyor. Bu, bizim için bir uyum sürecinden öte, ticaretimizi sürdürebilmek adına bir zorunluluk.”
AB’nin Yeşil Mutabakat çerçevesinde uygulamaya koyduğu yeni düzenlemelere değinen Susuz, karbon emisyonlarının fiyatlandırıldığı ETS2’nin (Emisyon Ticaret Sistemi), 2027’de tam olarak yürürlüğe gireceğinin bilgisini paylaşarak, ETS2 ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gibi başlıkların taşımacılık sektörü üzerinde doğrudan ve dolaylı etkiler yaratacağına dikkat çekti.
“Bu düzenlemeler yakıt maliyetlerini artıracak, yeni tesis yatırımlarını gerekli kılacak. SKDM ilk etapta ulaştırmayı kapsamıyor gibi görünse de, yeşil lojistik taleplerinin artması kaçınılmaz. İhracatçılarımızın rekabet gücü, taşıyıcıların bu standartlara ne kadar hızlı adapte olacağıyla doğrudan ilişkili.”
AB’nin uygulamaya koyduğu Mobilite Paketi’ne de dikkat çeken Susuz, “eve dönüş kuralı” gibi düzenlemelerin Türk taşımacılık firmaları için ciddi maliyetler doğurduğunu söyledi:
“Bu paket, araçların belirli aralıklarla kayıtlı oldukları ülkeye dönmesini zorunlu kılıyor. Bu, özellikle uluslararası taşımalarda büyük operasyonel yük demek. Ayrıca sürücülerin dinlenme sürelerine dair katı uygulamalar da firmalarımız için dezavantajlı bir durum oluşturuyor.”
Konuşmasının sonunda sektör derneklerinin çabalarına da değinen Susuz, mevzuat hazırlık süreçlerinde kamu kurumlarının yalnız bırakılmaması gerektiğini ifade etti:
“AB ile teknik düzeyde mantıklı argümanlarla müzakereler yürütüyoruz. Ancak konu siyasi aşamaya taşındığında, işler değişebiliyor. Burada hem resmi hem gayriresmî diplomasi çok önemli. Sektör derneklerinin geri bildirimleri ve misyonlarımızın sahadaki gücüyle süreci yakından takip ediyoruz.”
Karbon nötr hedeflere ulaşmak için lojistik sektöründe dönüşüm kaçınılmaz. Panelde konuşan Evolog Genel Müdürü Halil Özendi artık genel geçer söylemler yerine somut eylem planları ve kamu desteği gerektiğini vurgulayarak, “Yeşil dönüşüm maliyet değil, stratejik zorunluluk” mesajını verdi.
Özendi, yeşil lojistikle ilgili sürekli aynı soruların sorulmasından ve genelleşmiş cevaplardan duyulan rahatsızlığı dile getirirken, asıl ihtiyacın sistematik çözüm ve somut adımlar olduğuna dikkat çekti:
“Artık bize ‘yeşil dönüşümde ne yaptınız?’ diye sormayın. Yapılan her şeyin elbette faydası var ama bu konular artık anekdot düzeyinden çıkmalı. Çerçeveyi sistematik olarak koymalı ve bunun arkasını doldurmalıyız.”
Elektrikli araç yatırımlarına değinen Özendi, sektörün bu alana hazır olduğunu ancak ödeme modelleri ve karbon borsasına geçiş gibi konularda hâlâ belirsizlik yaşandığını vurguladı:
“Elektrikli çekiciler, bataryalar, şarj altyapıları… Bunların hepsi konuşuluyor ama ödeme olmazsa bu iş olmaz. Nihayetinde karbon borsasına girmemiz gerekiyor, ama bunun sistematik kurgusu ortada yok.”
Özendi, Türkiye’nin iç pazarında satılan bazı elektrikli araçların Rusya’ya bile tek şarjla gidemeyeceği örneğini, yerli ihtiyaçlara uygun ürün ve altyapı geliştirilmesinin gerekliliğini vurguladı.
Panelde vize sorunları ve şoför krizi de geniş yer buldu:
Özendi, “%90 oranında Avrupa’ya çalışan araçlarımız var ama vize alamıyoruz. Bu durum lojistik operasyonlarını etkiliyor. Avrupa’da Çinlilere gösterilen stratejik sabır bize gösterilmiyor.”
Özendi, Türk sürücülere uygulanan vize kısıtlamalarının sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal boyutta da ciddi sorunlar yarattığını ifade etti.
Özendi, Türkiye’nin jeopolitik konumunun sunduğu avantajları çok iyi bildiklerini ancak bunu kullanmak için hem içeride hem dışarıda doğru adımlar atılması gerektiğini söyledi:
“Türkiye intralogistik ekosistemin önemli bir oyuncusu. Ama artık dost sohbetlerinde değil, kurumsal stratejileri de konuşulmalıyız. Bu iş sadece fiziki yatırım değil; mevzuat, sosyal haklar ve teknoloji yatırımı bütün olarak ele alınmalı.”
Özendi konuşmasının sonunda , yeşil lojistik hedeflerine ulaşmak için sadece firmaların değil, tüm ekosistemin birlikte çalışması gerektiğini vurguladı:
“Lafla yeşil olunmuyor. Bugün konuşulanların yarın yönetmelikte, yatırım programlarında ve AB uyum stratejilerinde karşılığı olmalı. Aksi takdirde karbon tasarrufundan değil, fırsat kaybından bahsetmeye başlarız.”
Hakan Çetin, yeşil lojistiğin yalnızca ekipman yatırımı değil, aynı zamanda insan kaynağı, regülasyonlara uyum ve dijital altyapı gerektirdiğini vurguladı. Türkiye’nin yeşil tedarik zincirinin parçası olması için “uyumlu, belgeli ve sistemli” hareket etmesi gerektiğini belirtti.
Hakan Çetin, Türkiye’nin lojistik altyapısındaki gelişime rağmen ara eleman ve nitelikli insan kaynağı eksiğini dile getirerek, özellikle operatörler, saha çalışanları ve genç istihdamı konusunda acil çözümler gerektiğini vurguladı:
“Bugün Türkiye’de lojistik eğitimi alan yaklaşık 25 bin öğrenci var. Ancak sektörün ihtiyaç duyduğu sahadaki uzman personel için bu sayı yetersiz. Sadece teknolojiye değil, insana da yatırım yapmazsak bu hacmi kaldıramayız.”
Yeşil Mutabakat kapsamında gelen regülasyonların artık “uzak ihtimal” değil, doğrudan ticari zorunluluk haline geldiğini belirten Hakan Çetin, Türkiye’nin uyum sürecini hızlandırması gerektiğini söyledi:
“Artık firmalar sadece iyi hizmet vermekle kalamaz. Regülasyonlara uyumlu, izlenebilir, geri dönüştürülebilir sistemler kurmak zorundayız. Aksi takdirde global zincirin dışında kalırız.”
Green Sertifikasını Türkiye’de ilk defa Ceva Lojistik’in aldığını dile getiren Hakan Çetin, “ %100 geri dönüştürülmüş malzemelerle depo operasyonu kuran ve sertifikalandıran ilk firmayız. Ayrıca bu yatırımlar sadece çevresel değil, aynı zamanda finansal ve stratejik avantajlar da sağlıyor:
“Ceva olarak Hollanda başta olmak üzere Avrupa’daki depo operasyonlarımızda kullandığımız elektriğin büyük kısmı rüzgar enerjisinden geliyor. Aynı model Türkiye’de de uygulanabilir. Sadece niyet değil, hızlı hareket gerek.”
Hakan Çetin, Ceva Lojistik olarak Türkiye’den yürütülen küresel çözüm tasarımı projelerine değinerek, inovatif depolama, otomasyon ve dijitalizasyon sistemleriyle sadece uyum değil, teknoloji transferi de sağlandıklarını belirterek, “60’ın üzerinde otomasyon ve dijitalizasyon projesi yürütüyoruz. Bunların 5’i global çatı altında entegre çözümler sunuyor. Türkiye bu kabiliyetiyle sadece uygulayıcı değil, artık kural koyucu rolüne aday.” diye konuştu.
Panelde yapılan değerlendirmelerde lojistik sektörünün artık sadece taşımacılık değil, uluslararası ticaretin güvenilir partneri olması gerektiği ifade edildi:
“Yeşil lojistik, sadece karbon salımı düşürmek değil. Aynı zamanda ticaret güvenliğini sağlamak, sürdürülebilir üretimi desteklemek ve tüm ekosisteme uyumlu çözümler sunmak anlamına geliyor.”
Panelde verilen ortak mesaj netti: Uyum sağlayan, insan kaynağına yatırım yapan ve dijitalleşen firmalar büyümeye devam edecek. Diğerleri içinse rekabet avantajı giderek azalacak.
“Yeşil dönüşüm bir fırsat penceresi. Bu pencereyi açıp geçemezsek, ticaret treninin dışında kalırız. Artık ‘ne yaptınız?’ değil, ‘ne kadar entegresiniz?’ sorusu soruluyor.”
Dr. Hakan Çınar, Gümrük Birliği’nin güncellenmemesi nedeniyle Türk lojistik sektörünün büyük kayıplar yaşadığını ifade etti. Çınar, vize engellerini, geçiş belgesi kotalarını ve tek taraflı ticari ayrıcalıkları “çarpık ilişki” olarak nitelendirdi.
Dr. Hakan Çınar, Türkiye’nin 1996 yılında imzaladığı Gümrük Birliği Anlaşması’na rağmen Avrupa Birliği ile “çarpık” ve “adaletsiz” bir yapının sürdüğünü vurgulayarak “Söz konusu anlaşma sayesinde Avrupa’nın malları Türkiye’ye serbestçe girerken, Türk ürünleri hâlâ engellerle karşılaşıyor. Daha da çarpıcı olanı, ürün taşınıyor ama şoför taşınamıyor. Eşyanın girişi serbest, ama o eşyayı taşıyan Türk şoförü Avrupa’ya giremiyor. Bu nasıl bir mantıktır? Lojistik sektörümüz Avrupa’nın taşeronu mu olacak?” diye konuştu.
Dr. Hakan Çınar, vize sorununun sadece bireysel bir mağduriyet değil, ticaretin sürekliliğini tehdit eden yapısal bir problem haline geldiğini dile getirdi. “Türkiye’den Avrupa’ya ürün taşıyan lojistik firmalarının şoförleri, vize engeli nedeniyle yolda kalıyor, ihracatçılar fuara ürün gönderebiliyor ama kendileri katılamıyor. Fuar standı kuruyorsunuz ama yanına gidecek yöneticiye vize çıkmıyor. Türk şoför gidemiyor, eşyayı Avrupalı firma taşıyor. Bu sektörün itibarını ve rekabetçiliğini törpülüyor.”
Çınar, konuşmasında Gümrük Birliği’nin sadece Türkiye’ye yükümlülük getirdiği, AB’nin ise kendi lehine esneklik kazandığını örneklerle anlattı. :
“Güney Kore gibi ülkelerle yapılan Serbest Ticaret Anlaşmaları, AB eşyasının Türkiye üzerinden sıfır gümrükle geçmesine izin verirken, Türk malları aynı kolaylıktan yararlanamıyor. AB, üçüncü ülkelerle STA yapıyor, onların malları Türkiye’ye koşulsuz giriyor. Ama bizim ürünlerimize hâlâ belge, muafiyet ve kotalar uygulanıyor. Bu nasıl adalet?”
Çınar, diplomatik kanalların yeterince etkin kullanılmadığını, özel sektörün de daha örgütlü ve görünür olması gerektiğini belirterek,“Yıllardır aynı şeyleri konuşuyoruz. Ama Avrupa’nın sayfalarına, platformlarına kendi gerçekliğimizi taşıyamıyoruz. STK’lardan Dışişleri’ne kadar herkesin bu konuda daha cesur olması gerekiyor. Artık sorunları geçici yama politikalarıyla çözmenin sonuna geldik. Bu yalnızca lojistik sektörünün değil, Türkiye’nin rekabetçi geleceğinin meselesidir” dedi.
Türkiye’nin Avrupa için sadece üretim üssü ve maliyet avantajı sağlayan bir pazar olarak görüldüğünü, marka yaratmadan ve katma değer üretmeden bu döngünün kırılamayacağı vurgulayan Çınar:
“Yıllardır Avrupa’nın fason üretimcisiyiz. Biz markalaşmazsak, oyun kurucu olamayız. Avrupa bizimle değil, ürünümüzle ilgileniyor. O yüzden üretimden diplomasiye kadar yeni bir yol haritasına ihtiyacımız var.”