Milli Teknoloji Hamlesi

Türkiye, uzun yıllardır sanayi alanında dışa bağımlılığını azaltmak için farklı stratejiler geliştiriyor. Ancak son on yılda atılan adımlar, yalnızca üretim ve sanayileşme politikalarının ötesine geçti. Bugün artık “Milli Teknoloji Hamlesi” adı verilen vizyon, Türkiye’nin yalnızca sanayi gücü olmasını değil; aynı zamanda teknoloji üreten, yüksek katma değer yaratan ve küresel rekabette söz sahibi bir aktör haline gelmesini amaçlıyor.
Bu hamle, tek bir sektörü hedef almıyor; savunmadan tarıma, sağlıktan uzay araştırmalarına kadar her alanda kendi teknolojisini geliştiren bir Türkiye idealini taşıyor. Dolayısıyla mesele sadece “teknoloji” değil, aynı zamanda “ekonomik bağımsızlık” ve “jeopolitik güç” meselesi haline geliyor.

Bağımsızlık ve Güvenlik Boyutu

Dünya tarihinde teknolojiye hâkim olan ülkelerin, ekonomik ve siyasi üstünlüğü de ellerinde tuttuklarını görüyoruz. ABD’nin Silikon Vadisi ya da Çin’in “Made in China 2025” programı, bu anlayışın en belirgin örnekleri. Türkiye de benzer bir çizgide, kendi milli teknoloji yolunu açmaya çalışıyor.
Savunma sanayinde elde edilen başarılar, bu sürecin en çok ses getiren örnekleri oldu. SİHA’lar, Türkiye’yi yalnızca kendi güvenliğini sağlayan değil, aynı zamanda müttefiklerine teknoloji ihraç eden bir ülke konumuna taşıdı. Bu durum, dış politikada da önemli bir “yumuşak güç” unsuru yarattı. Bugün Türkiye’nin teknoloji ihracatı yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir değer taşıyor.
Ama burada kritik bir nokta var: Savunma sanayiindeki başarı, sivil teknolojiye de yansıtılmalı. Eğer Türkiye sadece askeri teknolojilerde ilerler, ama yapay zekâ, biyoteknoloji ya da yeşil enerji gibi sivil alanlarda geri kalırsa, bu hamle yarım kalır. Gerçek anlamda “milli teknoloji” vizyonu, hayatın her alanına dokunan yeniliklerle mümkün olacak.

Gençlik ve İnsan Kaynağı: Asıl Güç Burada

Milli Teknoloji Hamlesinin motor gücü hiç kuşkusuz gençler. Türkiye’nin nüfus yapısı, pek çok gelişmiş ülkeye göre büyük bir avantaj sunuyor. Genç nüfusun dinamizmi, girişimcilik ruhu ve teknolojiye ilgisi bu sürecin en güçlü dayanağı.
Teknofest gibi organizasyonlar, yalnızca bir fuar ya da gösteri değil; gençlerin hayallerini gerçeğe dönüştürmeleri için birer laboratuvar işlevi görüyor. Bir lise öğrencisinin geliştirdiği drone, bir üniversite ekibinin yazdığı yapay zekâ algoritması veya bir girişimcinin ortaya koyduğu biyomedikal çözüm, aslında geleceğin Türkiye’sine atılmış tohumlar anlamına geliyor.
Bununla birlikte, burada da bazı riskler göze çarpıyor. Türkiye’nin gençleri son derece üretken, ancak yeterli destek, yatırım ve uzun vadeli bir vizyon olmadan bu potansiyel hızla kaybolabilir. Özellikle beyin göçü sorunu, Milli Teknoloji Hamlesinin en kritik sınavlarından biri. Nitelikli mühendislerin ve bilim insanlarının yurt dışına gitmesi, sadece bireysel kayıp değil; ülke için stratejik bir kayıp demektir. Eğer bu beyinler geri kazanılmazsa, yapılan yatırımların sürdürülebilirliği sorgulanır hale gelir.

Ekonomi ve Katma Değer Zinciri

Milli Teknoloji Hamlesinin bir diğer önemli boyutu, Türkiye’nin ekonomik yapısına getireceği dönüşüm. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin ihracatı düşük ve orta teknoloji ürünlerine dayalı kaldı. Ancak küresel rekabet ortamında bu ürünler artık yeterli değil. Katma değeri yüksek, teknoloji yoğun ürünler üretmeyen ülkeler, orta gelir tuzağından çıkamıyor.
İşte tam bu noktada milli teknoloji vizyonu devreye giriyor. Türkiye, kendi yazılım altyapılarını, mikroçiplerini, batarya teknolojilerini ve yapay zekâ çözümlerini geliştirebilirse, ihracatını niteliksel olarak da dönüştürebilecek. Böylece hem cari açığın azaltılması hem de küresel değer zincirinde daha üst basamaklara çıkılması mümkün olacak.

Zorluklar ve Çelişkiler

Bu hamle ne kadar iddialı olursa olsun, önünde bazı ciddi zorluklar var. Birincisi, teknoloji geliştirmek sadece mühendislik meselesi değil; aynı zamanda uzun vadeli finansman, güçlü bir ekosistem ve istikrarlı bir siyasi-iktisadi ortam gerektiriyor. Türkiye’de ekonomik dalgalanmalar, girişimcilerin yatırım bulmasını ve uzun vadeli plan yapmasını zorlaştırabiliyor.
İkincisi, eğitim sistemi bu vizyona tam olarak ayak uydurmuş değil. Sınav odaklı, teorik ağırlıklı ve uygulama fırsatları sınırlı bir eğitim yapısı, yaratıcı düşünceyi ve yenilikçiliği köreltebiliyor. Milli Teknoloji Hamlesinin başarıya ulaşabilmesi için yalnızca Ar-GE yatırımları değil, aynı zamanda eğitimde köklü reformlar da gerekiyor.
Üçüncü olarak, uluslararası rekabetin boyutu da göz ardı edilmemeli. Türkiye’nin karşısında yalnızca kendi iç sorunları değil; aynı zamanda teknoloji devleriyle yarışmak gibi bir gerçek var. Bu yarışta başarılı olabilmek için stratejik ortaklıklar, uluslararası iş birlikleri ve doğru pazar politikaları şart.

Sonuç: Hayalden Gerçeğe Uzanan Yol

Bugün Milli Teknoloji Hamlesi, bir siyasi vizyon olmaktan çıkıp toplumsal bir hedefe dönüşüyor. Türkiye kendi uydusunu uzaya gönderiyor, yerli otomobilini banttan indiriyor, dünya çapında ses getiren yazılımlar geliştiriyor. Bunlar, bir hayalin gerçeğe dönüşmeye başladığını gösteriyor.
Ancak unutulmaması gereken nokta şu: Teknoloji, yalnızca üretmekle değil; sürekli güncellemek, yenilemek ve ileri taşımakla değer kazanır. Eğer Türkiye bu ivmeyi sürdürebilir, gençlerine güvenebilir ve bilimsel özgürlüğü destekleyebilirse, Milli Teknoloji Hamlesi gelecekte ülkeyi yalnızca bölgesel değil, küresel bir teknoloji üssü haline getirebilir.
Gelecek, teknoloji üretenlerin elinde şekillenecek. Türkiye’nin kendi geleceğini başkalarının kodlarıyla değil, kendi elleriyle yazması işte bu yüzden kritik.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com

 

Yayınlama: 29.09.2025
A+
A-
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.