Ekonomik büyüme ve kalkınma tartışmalarında giderek daha fazla öne çıkan bir kavram, “çeşitlendirilmiş ekonomi yapısıdır. Özellikle tek bir sektöre veya sınırlı sayıda ürüne bağımlı olan ülkelerin, küresel dalgalanmalara karşı ne kadar savunmasız kaldığı, son on yıllarda defalarca görülmüştür. Petrol fiyatlarına bağımlı ekonomilerde yaşanan şoklar, tarıma dayalı ülkelerde kuraklıkların yarattığı sarsıntılar ya da turizm gelirine bel bağlayan ülkelerde pandeminin etkisi, bu gerçeğin çarpıcı örnekleridir. Dolayısıyla çeşitlendirilmiş ekonomi yapısı, yalnızca bir kalkınma stratejisi değil, aynı zamanda bir güvenlik önlemidir.
Ekonomik çeşitlendirme ihtiyacını anlamak için önce tek kanallı ekonomilerin risklerini görmek gerekir. Doğal kaynaklara dayalı ülkeler, kısa vadede yüksek gelir elde etseler bile uzun vadede dalgalanmalara açık hale gelir. Örneğin, enerji fiyatlarının küresel düzeyde düşmesi, petrol ihracatçısı ülkelerin bütçelerinde büyük açıklar doğurabilmektedir. Aynı şekilde, tarım veya turizm gibi dış faktörlerden yoğun şekilde etkilenen sektörler üzerine kurulu bir yapı da sürdürülebilirlikten uzaktır.
Bu durum, ülkelerin “Hollanda hastalığı” olarak bilinen, tek bir kaynağın ekonomiyi şekillendirdiği ve diğer sektörlerin gelişimini baskıladığı bir tabloya sürüklenmesine yol açar. Böylece ekonomi kırılganlaşır, istihdam çeşitlenmez ve toplumsal refah uzun vadede risk altına girer.
Çeşitlendirilmiş bir ekonomi, sadece farklı sektörlere yatırım yapmakla sınırlı değildir. Asıl amaç, üretimden tüketime kadar tüm değer zincirinin farklı alanlara yayılmasıdır. Sanayi, tarım, hizmetler, teknoloji ve finans gibi sektörlerin dengeli şekilde gelişmesi, ekonomiyi şoklara karşı daha dirençli kılar.
Bunun en somut katkısı istihdamda görülür. Farklı sektörlerde iş olanaklarının artması, işsizlik oranını düşürürken aynı zamanda vasıflı işgücünün ekonomiye kazandırılmasını sağlar. Ayrıca, ihracat kalemlerinin çeşitlenmesi sayesinde döviz gelirleri daha istikrarlı hale gelir. Bir ülke yalnızca bir ürüne veya hizmete değil, yüzlerce farklı ürüne dayalı olarak küresel ticarette yer aldığında dış şokların etkisi de sınırlı olur.
Üstelik çeşitlendirme, yenilikçilik kültürünü de besler. Farklı sektörlerin gelişmesi, bilgi ve teknolojinin disiplinler arası geçişini hızlandırır. Örneğin, savunma sanayinde geliştirilen bir teknoloji, sağlık ya da ulaştırma sektörüne uyarlanabilir. Bu da ekonominin yalnızca büyümesini değil, dönüşümünü de hızlandırır.
Türkiye özelinde bakıldığında, çeşitlendirme konusu uzun süredir gündemde. Ülke ekonomisi, sanayi, tarım ve hizmetler arasında belli bir dengeye sahip olsa da ihracat kalemlerinde hâlâ belirli ürün ve sektörlerin ağırlığı görülmektedir. Tekstil, otomotiv, inşaat ve turizm gibi sektörler önemli gelir kaynaklarıdır; ancak teknoloji yoğun üretim ve katma değeri yüksek ihracat ürünlerinin payı henüz istenen seviyeye ulaşmamıştır.
Türkiye’nin 2023 ve sonrasına dair kalkınma hedeflerinde özellikle “yüksek katma değerli üretim” ve “teknoloji yoğun yatırımlar” vurgusu yapılmaktadır. Savunma sanayiinde yakalanan ivme, sağlık teknolojileri, yenilenebilir enerji ve yazılım sektörlerinde gelişmeler, aslında çeşitlendirilmiş ekonomi yapısına doğru atılan adımlar olarak okunabilir. Bunun yanı sıra tarımda modernizasyon, lojistikte küresel merkez olma vizyonu ve hizmetler sektöründe dijitalleşme de çeşitlendirme stratejilerinin parçasıdır.
Çeşitlendirilmiş ekonomi yapısının faydalarını görmek için dünya örneklerine bakmak da öğreticidir. Güney Kore, 1960’larda tarıma dayalı bir ekonomiden bugün yüksek teknoloji ve ihracata dayalı bir yapıya dönüşmüştür. Bunu, elektronik, otomotiv, gemi inşası ve kimya gibi sektörlerde eş zamanlı yatırımlarla başarmıştır.
Benzer şekilde, Birleşik Arap Emirlikleri, uzun süre petrol gelirine bağımlı kalmış; ancak son yıllarda turizm, lojistik, finans ve teknoloji yatırımlarıyla daha dengeli bir yapıya yönelmiştir. Norveç ise petrol gelirlerini “gelecek nesiller fonu” aracılığıyla çeşitlendirilmiş yatırımlara dönüştürerek, enerji dışındaki sektörlerini güçlendirmiştir.
Bu örnekler, çeşitlendirmenin yalnızca bir tercih değil, ekonomik hayatta ayakta kalmanın zorunlu bir koşulu olduğunu kanıtlamaktadır.
Çeşitliliği sağlamak için atılacak adımların başında eğitim politikalarının güncellenmesi gelir. İnsan kaynağının teknolojiye, araştırma-geliştirmeye ve yenilikçiliğe uygun yetiştirilmesi, sektörler arası çeşitlenmenin kalıcı olmasını sağlar. Ayrıca, finansal kaynakların farklı sektörlere yönlendirilmesi, KOBİ’lerin desteklenmesi ve dijitalleşmenin yaygınlaştırılması da kritik önemdedir.
Küresel yeşil dönüşüm süreci de ekonomilerin çeşitlenmesi için yeni fırsatlar sunmaktadır. Yenilenebilir enerji, karbon nötr üretim ve döngüsel ekonomi gibi başlıklar, ülkelerin hem çevresel hem de ekonomik dayanıklılığını artıracak alanlardır.
Sonuç olarak, çeşitlendirilmiş ekonomi yapısı, sadece gelir kaynaklarını çoğaltmakla ilgili değildir. Asıl mesele, ülkenin üretim gücünü farklı alanlara yayarak krizlere karşı dayanıklı bir zemin oluşturmasıdır. Türkiye’nin de bu yolda atacağı adımlar hem ulusal refahın kalıcılığını hem de küresel rekabette güçlü bir konum elde etmesini sağlayacaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com