Ekonomik sistemlerin sağlıklı işleyişinde faiz oranları ve enflasyon, birbirinden ayrılmaz iki temel göstergedir.
Ekonomik sistemlerin sağlıklı işleyişinde faiz oranları ve enflasyon, birbirinden ayrılmaz iki temel göstergedir. Faiz oranı, paranın zaman içindeki maliyetini belirlerken; enflasyon, paranın satın alma gücündeki değişimi ifade eder. Bu iki kavram, özellikle merkez bankalarının para politikası kararları ve ekonomik istikrar hedefleri açısından birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Genel olarak, ekonomideki faiz oranlarının belirlenmesinde enflasyonun mevcut seviyesi ve gelecekteki beklentileri kritik rol oynar. Çünkü fiyatlar genel seviyesinin yükseldiği bir ortamda, tasarruf sahipleri paralarının erimesini önlemek için daha yüksek getiri talep ederken, yatırımcılar ise yüksek maliyetlerle borçlanmak durumunda kalırlar. Bu nedenle enflasyon yükseldikçe faiz oranlarında da artış eğilimi görülmesi, klasik bir ekonomik kural olarak kabul edilir.
Faiz ve enflasyon ilişkisini anlamak için öncelikle bazı temel iktisadi teorilere bakmak gerekir:
Amerikalı iktisatçı Irving Fisher tarafından geliştirilen bu teoriye göre, nominal faiz oranı; beklenen enflasyon oranı ile reel faiz oranının toplamıdır. Yani:
Nominal Faiz = Reel Faiz + Beklenen Enflasyon
Bu modele göre, enflasyondaki bir artış, beklentiler değişmediği sürece nominal faiz oranlarında benzer ölçüde bir artış yaratır. Dolayısıyla enflasyon arttıkça faiz oranlarının da artması gerekir ki reel faiz sabit kalsın. Bu mekanizma, özellikle yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin kararlarında belirleyici olur.
IS-LM modeli (yatırım-tasarruf ve para arzı-talep dengesi), faiz oranlarının toplam talep üzerindeki etkisini gösterir. Faiz oranları düştüğünde yatırımlar artar, toplam talep canlanır. Ancak bu artış, fiyatlar genel seviyesini yukarı çeker; yani enflasyonist baskı yaratır. Bu nedenle genişlemeci para politikaları kısa vadede büyümeyi desteklerken, uzun vadede enflasyonu tetikleyebilir.
AD-AS (Toplam Talep-Toplam Arz) modeli ise, para arzının artmasıyla birlikte talep yönlü enflasyonun oluştuğunu gösterir. Enflasyon arttıkça, merkez bankaları faiz artırarak toplam talebi kısıp fiyat istikrarı sağlamaya çalışır.
Teorik çerçevenin ötesinde, uygulamada faiz-enflasyon ilişkisi birçok ülkenin para politikasıyla net biçimde gözlemlenebilir. Burada merkez bankalarının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu bağlamda, çoğu merkez bankası politika faizini belirlerken hem mevcut enflasyonu hem de geleceğe yönelik enflasyon beklentilerini dikkate alır.
ABD Merkez Bankası (Fed), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve İngiltere Merkez Bankası (BoE), faiz oranlarını enflasyondaki eğilimlere göre ayarlayarak para politikasını yönlendirir. Örneğin, Covid-19 sonrası yükselen küresel enflasyon karşısında bu merkez bankaları 2022 ve 2023 yıllarında faiz oranlarını kademeli şekilde artırmış, bu da tüketim ve yatırımı kısıp talep enflasyonunu baskılamıştır.
Türkiye’de ise faiz-enflasyon ilişkisi zaman zaman klasik teorilerin dışına çıkarak farklı politik yaklaşımlarla şekillenmiştir. Özellikle 2021-2023 döneminde uygulanan “düşük faiz-yüksek büyüme” politikası, enflasyonist baskıların artmasına neden olmuş ve Türk lirasının değer kaybı hızlanmıştır. Bu süreçte politika faizinin enflasyonun çok altında kalması, reel faiz oranını negatif hale getirmiş, bu da tasarrufların dolarizasyonuna ve fiyat istikrarsızlığına yol açmıştır.
2023 sonrasında ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), politika faizini enflasyonla mücadeleye uyumlu biçimde artırmış; bu da kısmen döviz kurlarında dengelenme ve beklentilerde iyileşme sağlamıştır. Ancak yüksek faiz, aynı zamanda kredi maliyetlerini artırarak ekonomik büyüme üzerinde baskı yaratmıştır.
Faiz ve enflasyon arasındaki ilişki her zaman tek yönlü değildir. Kimi iktisadi görüşlere göre, faiz oranlarının artırılması da maliyet yönlü bir etkiyle enflasyonu tetikleyebilir. Bu özellikle üretim maliyetlerinin ve kredi faizlerinin yüksek olduğu ortamlarda geçerlidir. Yani yüksek faizler, üretim ve yatırım maliyetlerini artırarak fiyatların daha da yukarı çıkmasına neden olabilir. Bu durum “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söylemini doğurmuştur.
Ancak bu yaklaşım, geleneksel iktisadi teorilerle çelişmektedir ve uluslararası finans piyasalarının işleyişine tam olarak uyum sağlamaz. Çünkü küresel yatırımcılar, enflasyonun kontrol altında tutulması için merkez bankalarının faiz artırmasını bekler. Aksi durumda risk primi yükselir ve ülkeden sermaye çıkışları yaşanır.
Faiz ve enflasyon arasındaki ilişki, ekonomide yön belirleyici ve çok boyutlu bir denge mekanizmasıdır. Merkez bankalarının enflasyonu kontrol altına alabilmeleri için para politikasını doğru biçimde şekillendirmesi, yani gerektiğinde faiz artırımı ya da indirimi gibi araçları etkin kullanması gerekir. Ancak bu kararlar alınırken büyüme, istihdam ve dış denge gibi diğer makroekonomik göstergeler de dikkate alınmalıdır.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu ilişki daha karmaşık ve hassas seyredebilir. Çünkü döviz kurları, cari açık, dış borçlar ve siyasi beklentiler gibi unsurlar, faiz kararlarının etkisini doğrudan şekillendirmektedir. Bu nedenle Türkiye’de hem enflasyonu kontrol altına almak hem de ekonomik istikrarı korumak için faiz politikası, şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir yaklaşımla yürütülmelidir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar