Prof. Dr. Zafer Acar’ın “Denizcilk sektöründe sürdürülebilirlik ve rekabet için yeni bir yaklaşım: Deniz Vatandaşlığı” başlıklı makalesi
Değerli Lojistik Dostları,
Son yıllarda sürdürülebilirlik kapsamında büyük bir farkındalık yaşamaktayız. Bu çerçevede bizler birer müşteri olarak daha sürdürülebilir ürün ve hizmetleri talep ederken firmalar da sürdürülebilirlikle ilişkili politika ve uygulamaları yürürlüğe koymaktadırlar. Ancak bu kavramın şirket stratejilerinin hayata geçirilmesinde bir pazarlama unsuru olarak alınması kavramı metalaştırmakta, değerini azaltma ve bireylerin kişisel sorumluluğunun dışına doğru çıkma tehlikesini ortaya çıkartmaktadır ki bu da ortaya koyulan tüm sürdürülebilirlik inisiyatiflerinin uzun vadede başarısız olma potansiyelini artırmaktadır.
Bilindiği üzere yer kürenin üçte ikisi sulardan oluşmakta olup bu su kütlesinin %97,5 oranı ise denizlerdir. Bu nedenle modern dünyadaki gelişmeleri ve şahit olduğumuz çevresel felaketleri dikkate aldığımızda, denizler ve okyanuslarla kurduğumuz ilişkiyi sürdürülebilirlik kapsamında yeniden değerlendirmemiz gerektiği adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü küresel ısınma, petrol ve türevi atıkların kirliliği ile denizlerdeki biyoçeşitliliğin kaybı gibi sorunlar, sadece çevresel krizler yaratmamakta aynı zamanda ekonomik ve sosyal dengeleri de tehdit etmektedir.
İşte bu noktada girişte vurguladığım üzere denizlerin çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan değer yaratmayı sürdürebilecek şekilde korunması sorumluluğun sadece denizci şirketlere değil aynı zamanda denizlerle ilişkili olan tüm insanlara düşmekte olduğu anlaşılması kolay ve herkes tarafından kabul edilebilir bir argüman olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda sınırlar aşan yapısı nedeniyle hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun ortak bir “deniz vatandaşlığı” kavramı, bireylerin ve kurumların denizlerle olan sorumluluklarını öne çıkaran yenilikçi bir yaklaşım olarak literatürde yer almaya başlamıştır.
Peki, deniz vatandaşlığı nedir ve neden bu kadar önemlidir? Bu yazımda bu soruları yanıtlarken, kavramın denizcilik sektörü için çevresel sürdürülebilirlik ve rekabet avantajı sağlama potansiyelini de keşfedeceğiz.
Bilindiği üzere denizcilik sektöründeki firmalar çok kültürlü ortamın hâkim olduğu bir iş kolunda faaliyet göstermektedirler. Bu noktada, sektörde yer alan tüm çalışanların hangi ülkenin vatandaşı olursa olsunlar ve hangi ülkede çalışırlarsa çalışsınlar aslında büyük mavi bir bütünün parçası olduklarını hatırlatmak isterim.
Denizcilik sektörünün tüm paydaşları için hem bugün hem de gelecekte birçok faydayı beraberinde getirmesi beklenen “deniz vatandaşlığı”, denizlerde sürdürülebilir bir yaşam için bireylerin deniz çevresine yönelik hak ve sorumluluklarını ifade eden bir kavram olup, deniz politikaları ve yönetim hedeflerine katkı sağlamaya yönelik bireysel davranışları ve toplumsal çabaları kapsar. Daha özelde ise deniz vatandaşlığı; okyanuslara ve dünyadaki tüm denizlere karşı kişisel sorumluluk hissi taşımak, günlük yaşamda çevresel etkiyi en aza indirecek tercihler yapmak ve denizlerle ilgili karar alma süreçlerinde bireysel ya da etki grupları aracılığıyla aktif bir rol almak gibi hususları bünyesinde barındırmaktadır.
Bu tanımlamalardan kolayca anlaşılacağı üzere deniz vatandaşlığının sürdürülebilirliğin çevresel boyutuyla doğrudan ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ise dolaylı ama yakın bir ilişkisi vardır. Bu yazının öznesi olarak ele aldığımız denizlerin dünyadaki yerini dikkate aldığımızda, deniz ekosistemlerini korumanın ve gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakma sorumluluğunun, bireysel ve kurumsal gayretlerin bütünleşmesini gerektirdiği aşikardır. Deniz vatandaşlığını benimseyen bireyler ve kurumlar, sonuçları rekabet avantajı yaratacak bazı farklılıklar yaratabilirler ki bu ekonomik ve sosyal sorumluluk üzerine pozitif bir etki anlamına gelmektedir.
Örneğin, denizlerin önemi konusunda toplumsal bilinci yüksek seviyelere çıkaracak uygulamalarla farkındalık yaratabilirler. Deniz kirliliğini azaltacak bireysel ve toplumsal davranış değişiklikleri yaratılması için öncü adımları atabilirler. Deniz koruma alanları ve iklim değişikliğini azaltmaya yönelik politikaları destekleyerek uygulamalarını bu yönde geliştirebilirler. Ancak bu kavram, bireysel davranışların ötesine geçerek plastik atık kirliliğine karşı kampanyalar düzenlemek veya deniz koruma alanlarını desteklemek gibi toplumsal ve siyasi eylemleri de kapsar.
Bu köşedeki yazılarım aracılığıyla sizlerle paylaştığım görüşlerimi bireysel tutum ve davranışlardan ziyade firma, ulus ve uluslararası çerçevede daha makro bir bakış açısıyla yapmayı benimsediğim için gelin bu konuyu da aynı çerçevede incelemeye devam edelim.
Gerçekten de deniz vatandaşlığı, çevresel sorumluluk ve sürdürülebilirlik gibi ilkeleri ile bireyler yoluyla tüm denizcilik sektörü için hayati bir hale gelmiştir. Doğrudan doğruya gözümüze çarpmayan ve bugüne kadar duymaya pek de alışık olmadığımız deniz vatandaşlığı kavramının denizcilik sektörü için çok yönlü faydaları sektördeki firmaların küresel rekabet gücünü artırma potansiyeline sahiptir. Şöyle ki şirketler, çevreye duyarlı politikalar benimseyerek sadece maliyetleri düşürmekle kalmaz, aynı zamanda itibarlarını artırarak sektörel liderliklerini güçlendirebilir.
Bu kavramın üst düzeyde benimsenmesiyle sektördeki şirketlerin çevresel sorumluluklarını yerine getirmesi, küresel trend ve uluslararası politikalar uyumu, sosyal sorumluluk ve toplumsal ilişkiler yoluyla endüstri itibarın yükselmesini, sürdürülebilirlik çalışmalarının özünde yer alan tekniklerle maliyetlerde düşüşü getireceği için rekabet avantajı elde etmenin önemli bir parçasıdır. Deniz vatandaşlığının birey ve kurumlar düzeyinde benimsenmesinin sektörlere sağlayacağı faydaları bazı örneklerle sizlere aktarmak isterim:
Aktarmış olduğum bu örnekler, “deniz vatandaşlığı” ilkelerini sektörel rekabetin merkezine yerleştirmenin önemini göstermekte olup bu uygulamaların sonucunda, sürdürülebilirliğe önem veren müşteri gruplarının bu değerlere sahip şirketlere yönelmesi beklenmektedir ki bu pazar payının küresel çapta genişlemesi anlamına gelmektedir. Ayrıca, kendisini deniz vatandaşı olarak gören çalışan ve yöneticilere sahip çevresel sürdürülebilirliğe duyarlı ve bir şirket olmak, kitlelerin artan çevresel hassasiyetleri bağlamında nitelikli ve farkındalığı yüksek iş gücünü kendine çekeceği de aşikardır. Görüleceği üzere, Denizcilik sektöründe faaliyet gösteren şirketler, bu tür stratejik adımları benimseyerek sadece çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadede finansal ve operasyonel faydalar elde edebilir.
Deniz vatandaşlığı kavramı, ulusal ve uluslararası politikalarla da yakından ilişkilidir. Özellikle deniz koruma alanları, karbon emisyon hedefleri ve ulusal filo rekabetini artırmayı hedefleyen politikalar, bu kapsama girmekte olup tonaj vergisi veya çift kayıt sistemi gibi politikalar ise hem şirketlerin maliyetlerini optimize etmekte hem de çevresel sorumlulukları desteklemektedir. IMO’nun sülfür düzenlemesi, AB Yeşil Mutabakatı, Singapur’un Yeşil Liman Politikası, Mavi Kuşak İnisiyatifi ise deniz vatandaşlığının uluslararası çevrelerde vücut bulmuş halidir.
Ancak, deniz vatandaşlığını destekleyen politikaların etkili olabilmesi için, bireylerin ve kurumsal paydaşların aktif katılımı şarttır. Burada önemli olan, bu politikaların uygulamada nasıl bir etki yarattığıdır. Bu kapsamda, deniz vatandaşlığı bilincini artırmak için okullarda ve toplumda denizlerin önemi ve korunması konusunda farkındalık yaratacak eğitim programlar düzenlenebilir, deniz kirliliği kampanyaları, sahil temizliği gibi etkinliklerle bireylerin aktif katılımı sağlanabilir, veri tabanlı uygulamalar ve yapay zeka kullanarak deniz ekosistemlerinin korunmasına katkı sağlayacak çözümler geliştirilebilir ve şirketler, sürdürülebilirlik hedeflerini deniz vatandaşlığı ile uyumlu hale getiren stratejiler geliştirebilirler.
Değerli lojistik dostları,
Bireylerden kurumlara kadar geniş bir yelpazede etkili olan ve çevresel sürdürülebilirlik ile rekabet avantajını bir araya getiren deniz vatandaşlığı yaklaşımının hem denizcilik sektörü hem de dünya okyanusları için sahip olduğu kritik önemi sizlere açıklamaya çalıştım. Elbette Deniz vatandaşlığı bilincinin yaygınlaşması, daha sağlıklı bir okyanus ve daha güçlü bir denizcilik sektörü için temel bir adım olacaktır. Dolayısıyla, deniz vatandaşlığının, denizcilik sektöründe çevresel sürdürülebilirlik ve rekabet avantajı sağlamak için önemli bir stratejik yaklaşım olarak her geçen gün daha belirgin olarak ön plana çıkacağını söylemek hatalı bir olmayacaktır. Ancak üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin insanı olarak bu kavram bağlamında bir yaklaşım benimsediği takdirde Türk denizcilik sektörünün sürdürülebilirlik bağlamında bazı önemli rekabet avantajları elde edebileceğini söylemek isterim.
Bunlar arasında; deniz vatandaşlığı ilkesini benimseyen şirketlerin çevresel duyarlılıklarıyla elde edecekleri (1) marka değeri ve küresel itibar artışını, (2) operasyonel verimlilik ve maliyet azaltımını, (3) çevresel politika ve regülasyonlara uyumun getireceği avantajları, (4) nitelikli işgücünü çekme ve koruma ile (5) deniz turizmi ve mavi ekonominin gelişmesini sıralayabiliriz.
Sonuç olarak, Türk denizcilik sektörü deniz vatandaşlığı kavramını entegre bir şekilde ele alarak çevresel, ekonomik ve toplumsal alanlarda önemli kazanımlar elde edebilir. Bu yaklaşımla, hem küresel rekabetin zorluklarına cevap verebilecek hem de geleceğe yönelik sürdürülebilir bir sektör inşa edilebilecektir. Türk denizcilik sektörünün bu yöndeki adımları, bölgesel liderlikten küresel ölçekte bir çevre modeli olma hedefine kadar uzanabilir ki bunların başarılmasının her hâlükârda ekonomimize olumlu yansımaları olacaktır.
Elbette aranızda bir kağıdın satırları arasına neler yapılması gerektiğini yazmanın çok kolay olduğunu düşünenler olacaktır. Ancak önce sektör sonra da denizlerle bir şekilde ilişkisi olan herkesin davranışlarını değiştirmek hiç de kolay bir iş değildir. Konuyla ilgili araştırmalar, deniz vatandaşlığı bilincine sahip bireylerin, okyanus sağlığını iyileştirmek için daha istekli olduklarını ve bu davranışların uzun vadede hem çevresel hem de ekonomik faydalar sağladığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ne kadar uzun ve zorlu bir süreç olursa olsun deniz vatandaşlığı bilincini artırmak için yazı yazmadan, seminere ve toplumsal eylemden şirket ve kamu politikalarının değiştirilmesini zorlamaya kadar tüm gayretlerimizi ortaya koymak zorundayız.
Dolayısıyla yeni bir bilinç ve davranış modeli kazanımı gibi durumlarda etkili olan kültürel öğelerden birisi olan semboller ve mottolar gibi alanlardaki seçimlerimizi de bu yönde yaparak işe başlayabiliriz.
Böylece, deniz vatandaşlığı bilinciyle güçlenen denizcilik, insanlık ve doğanın yarınları için sürdürülebilir bir rota çizecektir.
Dostçakalın.