Değerli lojistik dostları, merhaba
Bildiğiniz gibi bu köşede uzun yıllardır lojistik alanında ülkemizdeki gelişmelere ve sorunlara dair görüşlerimi yayınlıyorum. Özellikle lojistik performans indeksteki yerimizle ilişkili birçok köşe yazısı yayımladım. Ancak gerek pandemi süreci gerekse lojistik performans indeksinin oluşturulmasındaki parametreler ve hesaplama yönteminde yapılan değişiklikler nedeniyle geçmiş verileri bir zaman serisi analizi içerisinde değerlendirmekten vazgeçtim. Bununla birlikte sürdürülebilirlik kapsamında öncelikle Birleşmiş Milletler Teşkilatının önderliğinde başlayan gelişmeleri AB norm haline getirmeye başlayınca ve bununla ilgili Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’nın esaslarını yayınlayınca ulusal düzeyde lojistik performansımızın yumuşak karnı olan demiryolları hakkında bir yazıyı kaleme almak gereği ortaya çıkmıştır.
Türkiye'nin lojistik performansında yükselişler ve düşüşler oldukça dikkat çekicidir. Bu nedenle sizlere öncelikle 2023 yılı Lojistik Performans Endeksi'nde ülkemizin 41. sırada yer aldığını, 2012 yılında ise 27’nci sırada olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Bu hatırlatmamı aklınızın bir köşesinde tutmanız dileğiyle bu yazımda Türkiye lojistiğinin önemli bileşenlerinden demiryolu sektörünü ele alacağım. Konumuz, bu alanın sürdürülebilirlik çerçevesinde nasıl şekillendiği ve gelecekte Türkiye'yi nerede görebileceğimiz çerçevesinde şekillenmektedir.
Demiryolunun Türkiye’deki Yükselişi
Türkiye’nin demiryolu hikayesi, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanıyor. Ancak bu miras, ne yazık ki uzun süre hak ettiği ilgiyi görememiştir. 20. yüzyıl boyunca küresel trendlere uygun bir şekilde karayolu taşımacılığına ağırlık verilmesi, ülkemizde de özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında demiryolu altyapısının ihmal edilmesine neden oldu. Bugünse işler yavaş da olsa değişiyor.
Mevcut durumda hat uzunluğu 13.200 km’ye ulaşmış ve ülkemiz büyük bir oranda demir ağlarla örülmüş olmasına rağmen taşımacılıkta demiryollarına hak ettiği ilgiyi göstermemiş olan Türkiye hem lojistik kapasitesini artırmak hem de sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için demiryolu taşımacılığını yeniden gündemine almaktadır.
Peki neden demiryolu?
Çünkü çevre dostu, ekonomik ve sosyal açıdan etkili bir taşımacılık alternatifi.
Yani sürdürülebilir.
Demiryolu ve Sürdürülebilirlik
Oldukça geniş bir kavram olan sürdürülebilirlik; genellikle gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeden kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak yönündeki ortak bir idealin arayışıyla karakterize edilen sosyo-ekonomik ve ekolojik bir süreç olarak da tanımlanabilmektedir.
Sürdürülebilirlik dediğimizde aklımıza üç temel boyut geliyor: çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik. Demiryolu taşımacılığı, bu üç boyutu da doğrudan etkileyen bir unsur.
Çevresel Sürdürülebilirlik
Türkiye’nin lojistik sektörü, karbon emisyonlarının önemli bir kaynağı. Ancak demiryolu taşımacılığı, diğer modlara kıyasla çok daha az enerji tüketiyor. Türkiye’nin şu anda demiryolu taşımacılığındaki payı %1’in çok az üzerindedir. Hedef, 2053 ulaştırma stratejik planında da yer alan 2029 yılında %10 seviyesinin üstüne çıkmak. Şayet bu hedef tutturulabilirse, sadece karbon emisyonlarını ciddi oranda azaltmakla kalınmaz, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı hedeflerine de uyum sağlaması kolaylaşacaktır.
Elektrifikasyon yatırımları, bu hedefin bir diğer önemli ayağı. Türkiye’de demiryolu hatlarının şu an yaklaşık %50’si elektrikli, %60’ı ise sinyalli durumdadır. Önümüzdeki 10 yıl içinde elektrifikasyon oranının %70’e çıkarılması hedefleniyor. Bu, fosil yakıt tüketimini azaltarak çevresel sürdürülebilirliğe büyük katkı sağlayabilir.
Ekonomik Sürdürülebilirlik
Demiryolu taşımacılığı, ekonomik verimlilik açısından da güçlü bir alternatif sunmaktadır. Birim yük başına maliyetler, karayoluna kıyasla çok daha düşük olması konuyla ilgili herkesin malumudur. Üstelik Türkiye’nin stratejik konumu, Asya ile Avrupa arasında lojistik bir köprü oluşturmasını sağlamakta olup, tarihi İpek Yolu üzerinde Orta Koridor olarak bilinen güzergâhın kilit noktasında bulunması itibariyle Çin’den Avrupa’ya uzanan taşımacılık rotasının tam merkezinde yer almaktadır.
Şayet Türkiye, demiryolu altyapısını ve lojistik merkezlerini bu koridor üzerine yoğunlaştırırsa, bölgesel bir lojistik liderine dönüşebilir. Hem transit gelirleri artırabilir hem de ihracatçıları için daha hızlı ve ucuz taşımacılık olanakları sunabilir. Bunun yanında elektrifikasyon hedeflerine erişmesi ve tüm terminal ve istasyonları veri sistemleriyle entegre etmemiz halinde lojistik açısından optimizasyon ve taşımacılığın takip ve kontrolünü sağlamak açısından büyük bir katkı sağlayacağı da aşikardır. Oysaki demiryollarımız mevcut durumunda ihracatımızda %1, ithalatımızda ise %1’in altında bir paya sahiptir.
Sosyal Sürdürülebilirlik
Tarih boyu demiryolu yatırımlarının bölgesel kalkınmayı hızlandıran bir etkene sahip olduğu bilinmektedir. Demiryolu sadece yük değil, aynı zamanda havadis, eğitim ve kültür de taşımıştır.
Yeni demiryolu hatları, kırsal bölgelerdeki üreticilerin ulusal ve uluslararası pazarlara erişimini kolaylaştırmanın yanı sıra öğrencileri okula, öğretmenleri köylere, kasabalara taşımaktadır. Bu, sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda bölgeler arası eşitliği de destekler. Ayrıca, demiryolu sektörü daha fazla nitelikli iş gücü gerektirdiği için, istihdam olanaklarını da artırır.
Türkiye'nin Geleceği: Demiryolu ve Lojistik
Peki, tüm bu bilgiler ışığında Türkiye’yi önümüzdeki 10 yıl içinde nerede görüyoruz sorusuna cevap vermeye kalkarsak, aklıma hızlıca gelen karbon-nötr lojistik merkezleri, bölgesel liderlik ile teknoloji ve dijitalleşme gibi başlıklar çerçevesinde birkaç öngörü sunabilirim. Şöyle ki;
Türkiye, Avrupa ve Asya arasında karbon-nötr bir lojistik merkezi olabilir. Yani Yeşil Koridor projeleriyle sürdürülebilir lojistik çözümler sunan bir ülke haline gelebilir.
Diğer taraftan demiryolu ağlarını genişleten ve intermodal taşımacılık altyapısını geliştiren bir Türkiye, Orta Koridor üzerindeki konumunu güçlendirerek bölgesel bir lojistik liderine dönüşebilir. Bu liderliğin hiç şüphesiz üretim sektörlerine de olumlu yansımaları olacaktır.
Güncel işletme trendlerine uygun bir öngörü olarak, dijitalleşmeye odaklanmak ise tüm lojistik süreçlerinin optimize edilmesine katkı sağlayacaktır. Akıllı taşımacılık sistemleri ve dijital lojistik merkezleriyle verimlilik artarken, sektörde yenilikçi çözümler sunan bir Türkiye görebiliriz.
Bu öngörülerimin gerçekleşmesi durumunda, şu an dış ticaretimizde %1 paya sahip olan bu taşımacılık şeklini öncelikli taşımacılık modu haline getirerek karbon emisyon salınımını %75’e kadar azaltarak Türk işletmelerine özellikle Avrupa pazarlarında rekabet avantajı kazandırabiliriz.
Bu Hedeflere Ulaşmak İçin Neler Yapılmalı?
Tabii ki bu projeksiyonların gerçekleşmesi, atılacak somut adımlara bağlıdır. Peki bu adımlar neler olabilir?
Sonuç: Birlikte Başarabiliriz
Değerli okurlar,
Türkiye’nin demiryolu ve lojistik sektöründeki geleceği aslında oldukça yüksek bir performans potansiyeline sahiptir. Ancak bu geleceği şekillendirmek hem kamu hem de özel sektörün birlikte çalışmasına bağlı. Eğer bugün doğru yatırımları yapar, çevreye duyarlı politikaları uygular ve uluslararası işbirliklerini artırırsak, Türkiye sadece bölgesel değil, küresel bir lojistik merkezi haline gelebilir.
Bunları yaparken sürdürülebilirlik ilkelerini önceliğe almanın ülkemize özellikle dünyanın önemli büyük pazarlarından birisi olan Avrupa’ya yakınlığı ile büyük fırsatlar sunacağına inanmaktayım.
Unutmayalım, sürdürülebilirlik bir lüks değil, bir zorunluluktur. Hepimiz daha iyi bir gelecek için bu değişimin bir parçası olmalıyız.
Bir sonraki analiz yazısında tekrar görüşmek üzere!
Dostça kalın ve lojistiğin gücünü keşfetmeye devam edin.
24.11.2024 / İstanbul