2025 yılı itibarıyla dünya ekonomileri arasında rekabet yalnızca üretim maliyetleri ya da doğal kaynaklara erişim üzerinden değil, bilgiye dayalı inovasyon gücüyle belirleniyor. Bu bağlamda, Ar-GE (Araştırma ve Geliştirme) harcamaları, ülkelerin sadece ekonomik kalkınmaları açısından değil, aynı zamanda teknolojik bağımsızlıkları ve ulusal güvenlikleri açısından da stratejik bir unsur haline gelmiş durumda.
Türkiye de bu küresel yarışın dışında kalmak istemiyor. TÜİK tarafından açıklanan geçici verilere göre 2025 yılının ilk altı ayında Türkiye’nin toplam Ar-GE harcamaları, geçen yılın aynı dönemine göre reel bazda %18 artarak yaklaşık 180 milyar TL seviyesine ulaştı. Bu artış, yüzeyde olumlu bir gelişme olarak değerlendirilse de harcamaların GSYH içindeki payı hâlâ %1,4 civarında seyrediyor. Bu oran, OECD ortalaması olan %2,7’nin ve Güney Kore gibi ülkelerdeki %4’ün çok altında kalıyor.
2025 yılındaki artışın temel kaynakları arasında sanayi sektöründeki yatırımlar ile savunma sanayi projeleri öne çıkıyor. TÜBİTAK destekli projelerde gözle görülür bir artış yaşanırken, üniversitelerin payı ise önceki yıllara göre sabit kaldı. Bu da Türkiye’de Ar-GE’nin daha çok özel sektör odaklı yürüdüğünü, ancak kamusal bilgi üretiminin istenilen hızda ilerlemediğini ortaya koyuyor.
Ar-GE harcamalarının sektörel dağılımına bakıldığında, savunma sanayi, bilişim teknolojileri, ilaç ve kimya gibi yüksek katma değerli alanlarda bir yoğunlaşma dikkat çekiyor. Ancak tarım teknolojileri, gıda güvenliği, yenilenebilir enerji ve çevresel sürdürülebilirlik gibi stratejik öneme sahip sektörlere ayrılan pay, hâlâ oldukça sınırlı. Bu durum, Türkiye’nin uzun vadeli iklim hedefleri ve gıda arz güvenliği politikalarıyla çelişen bir tablo ortaya koyuyor.
Bölgesel bazda ise Ar-GE yatırımları İstanbul, Ankara, İzmir üçgeninde yoğunlaşmayı sürdürüyor. 2025’te açıklanan verilere göre Ar-GE yatırımlarının %62’si bu üç ilde toplanıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, Ar-GE harcamalarından yine düşük pay alıyor. Bölgesel kalkınma ajanslarının destekleriyle bazı illerde teknoloji geliştirme bölgeleri kurulmuş olsa da bu yapıların sürdürülebilirliğinde önemli zorluklar yaşandığı rapor ediliyor.
Bir başka temel sorun ise nitelikli insan gücü. Türkiye’de Ar-GE personeli sayısı 2025 itibarıyla 300 bin kişiye yaklaşmış olsa da bu kişilerin büyük kısmı büyükşehirlerde yoğunlaşmış durumda. Ayrıca beyin göçü sorunu hâlâ çözülmüş değil. Son iki yılda 15 binden fazla yüksek lisans ve doktora mezununun yurtdışına yerleştiği ve oradaki üniversiteler veya şirketlerde Ar-GE faaliyetlerine katıldığı biliniyor. Türkiye, bu eğilimi tersine çevirecek yapısal politikaları hayata geçirmekte yavaş kalıyor.
2025 yılında yürürlüğe giren “Ulusal Ar-GE ve İnovasyon Stratejisi” belgesiyle hükümet, özel sektörle kamu arasında iş birliğini artırmayı hedefleyen bir dizi adım attı. Teknoloji geliştirme bölgelerinde vergi teşviklerinin artırılması, üniversite-sanayi iş birliği projelerine doğrudan finansman sağlanması ve girişim sermayesi fonlarının yaygınlaştırılması bu adımlar arasında yer alıyor. Ancak uygulamada yaşanan bürokratik engeller ve desteklerin dağınık yapısı, bu politikaların etkinliğini gölgeliyor.
Dünyada yapay zekâ, biyoteknoloji, kuantum hesaplama ve uzay teknolojileri gibi alanlarda adeta Ar-GE devrimleri yaşanırken, Türkiye’nin bu yarışta yer alabilmesi için sadece finansal kaynak değil, aynı zamanda kurumsal kapasite ve entelektüel birikim de üretmesi gerekiyor.
Eğitim sisteminin, araştırmacı yetiştirecek nitelikte olmaması, patent üretiminde yaşanan kısırlık ve yerli teknolojilerin ticarileşmesindeki yavaşlık, Ar-GE harcamalarının etkinliğini sorgulatan başlıca unsurlar arasında yer alıyor. Örneğin 2025’in ilk yarısında başvurusu yapılan yerli patent sayısı 7 bin 200 olarak açıklandı. Bu sayı, Çin’in aynı dönemdeki 850 bin başvurusuyla kıyaslandığında, Türkiye’nin potansiyelinin ne kadar gerisinde olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, 2025 yılı Türkiye’nin Ar-GE yatırımları açısından nicel anlamda bir artışı temsil etse de bu artışın niteliği, sürdürülebilirliği ve stratejik derinliği konusunda önemli soru işaretleri bulunuyor. Eğer bu yatırımlar, güçlü bir eğitim reformu, bölgesel dengeleri gözeten bir strateji ve kurumsal koordinasyonla desteklenirse, Türkiye bilgi ekonomisine dayalı kalkınma yolunda ciddi mesafe alabilir. Aksi halde Ar-GE harcamaları yalnızca istatistiklerde yükselen ama toplumun refahına katkısı sınırlı olan bir kalem olarak kalmaya devam eder.
Yarınlarımız için bugün yapılan her Ar-GE harcaması, gelecekteki bağımsızlığımızın teminatı olabilir. Yeter ki bu yatırımları, doğru zamanda, doğru alanlara ve doğru insanlara yönlendirelim.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
Zaferozcivan59@gmail.com